Kış, birçok insan için beyaz bir masal gibi görünse de, yoksullar için ağır bir sınavdır. Soğuğun sertliği, paltosuz bir bedenin üzerinde daha da hissedilir. Isıtılmayan bir odada, ince bir battaniyenin altında sabahı beklemek, kış gecelerinin en acımasız yüzüdür. Kar, kimileri için romantik bir görüntü sunarken, yoksullar için aşılması zor bir engel olur; ıslak ayakkabılar, buz tutmuş kaldırımlar ve titreyen eller onların gerçeğidir.
Kışı sevmemek bir tercihten öte, hayatta kalma mücadelesiyle ilgilidir. Isınacak odun bulamamak, sofrada sıcak bir çorbanın eksikliği, bir çocuğun ince bir montla rüzgâra karşı yürüyüşü… Tüm bunlar, kışı bir yük haline getirir. Yoksullar için kış, daha fazla çaba ve daha fazla dayanıklılık gerektirir; çünkü soğuk, sadece havayı değil, hayatın her köşesini sarar.
Kışı sevmemek, aslında kışı yaşamamaktır. Çünkü kışın sıcak bir evde battaniyenin altına sığınmak gibi bir anlamı, sobanın başında toplanmak gibi bir güzelliği yoktur onlar için. Yoksullar, kışı sevmek bir yana, baharın gelişini dört gözle beklerler; çünkü bahar, doğanın yeniden dirilişi olduğu kadar, onların da hayatta kalma umutlarının tazelenişidir.